Kültür ve Dil
Kültür ve Dil
Kültürün için birçok
tanım yapılmıştır. Sosyolojik olarak kültür kelimesini ilk defa Ziya Gökalp tarafından
kullanmıştır. Fransızcada culture
olan kültür kelimesi dilimize getirilmiştir ve toprağı
ekip biçme, verimlendirme anlamına
gelmektedir. Kültürün bir toplumun sosyal yapısına
yön veren ve o topluma kişilik kazandıran değerler bütününden oluştuğunu, sosyal akrabalık bağı diye adlandırdığımız ortak davranış kalıplarından
bir araya geldiğini, bir insan topluluğunun yüzyıllarca devam eden ortak
yaşayışından doğan maddî ve manevî değerlerinin, birikimlerinin ve davranış
biçimlerinin bütünü olduğunu söyleyebiliriz.
Kültürü, kendisini
oluşturan öğelerin, nitelikleri bakımından maddî kültür ve manevî
kültür olarak ikiye ayrılır. Bu iki kavramı kültürün medeniyet ile ilişkisi ile
somutlaştıra biliriz. Kültür ve medeniyeti birbiriyle iç içe geçmiş olarak veya
birbirinden ayrı şeyler olarak inceleyebiliriz. Bazı düşünürler medeniyeti
birkaç kültürün toplamı anlamında kullanmaktadırlar. Örneğin, Batı medeniyeti
gibidir. Eğer kültürün maneviyat boyutunu göz önümüze alırsak örneğin, bizim
toplumumuzun mimarisi, bizim somut kültürel değerlerimiz, ritüellerimiz ve
inancımız gibi. Manevi kültürümüzü düşündüğümüzde
bunu bir medeniyete genellemek doğru gelmez. Ancak maddi kültür ile medeniyet
ilişkisini incelersek evrensel olan değerler aklımıza gelebilmektedir.
Telefonlar, tekerlek, araba gibi. Bunlar bir medeniyet unsuru barındıran
özelliklerdir.
Tüm öğeleri özetleyerek kapsayan ve ret edilemeyecek
tek açıklamamız kültürün “bir yaşam biçimi" oluşudur
diyebiliriz. O topluma ait kişilerin kıyafet kültürü, ritüelleri, inancı,
mutfak kültürü ve daha birçok şey aslında tek tek kültürün içinde barındırdığı unsurlardır.
Nitekim diyebiliriz ki bizim kültürümüz
yaşam biçimimizdir. Örneğin, kültürel olarak bir ağız tadımız vardır,
büyüklerimize saygımız vardır, bir inancımız vardır. Tabi herkes için bu
unsurlar bir olmasa da ortak birçok yönümüz vardır. Belki de en önemlisi ortak
bir dilimiz vardır.
Kültür aslında dili
içinde barındıran bir bağlamdır. Yani dil kültürden bağımsız değildir. Dili değişmiş
bir toplum kültürü asimile olmuş demektir. Bir nevi artık eksiktir. Bu bağlamda
düşünürsek dil ve kültür ayırmak doğru değildir. Kültür zaten dili kapsayan
içinde barındıran temel öğelerinden biridir.
Muharrem
Ergin' e göre
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal
bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde
gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli
anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir müessesedir. Dilin bu
özelliklerine bakıp incelemek gerekirse dil tabii bir vasıta kavramı, dilin
doğal olduğunu doğada bir biçimde ortaya çıkıp yayıldığını söyleyebiliriz. Yani
dil değişerek gelişir, gelişerek değişmezdir.
Dil canlıdır, dil doğar ve
ölür. Her zaman ölmesi gerekmez eğer bir toplum o kültüre
layıksa dilini yaşatır. Yani kültürün önemli parçası olan dili yaşatmış olur.
Dil nasıl doğara bakarsak teolojik, materyalist ve insan yapımı olduğuna dair
yaklaşımlar mevcuttur. Dilin materyalist olarak doğması Darwin’in evrim
teorisine dayanır.
Dilin yansımalarla doğduğuna inanılırdı. Artık eskisi
kadar destekleyen yoktur, çünkü ara insanların ara formlarının olmayışı
fikirleri değiştirmiştir. Teolojik bağlamda dili ayetler ışığında anlamaya
çalışırsak “Allah, Adem’e
bütün isimleri (eşyanın adlarını ve ne işe yaradıklarını) öğretti.” (Bakara,
31) Allah Teala’nın öğretmesi de, Adem (as)’e vahy etmesiyle meydana geldiği
gibi; sesleri, harfleri yaratması ve onları insanlara işittirmek suretiyle,
insanlar için zarurî bir ilim yaratmasıyla hasıl olur. (Ebû’s-Suûd, İrşâdü
Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut,
tsz., I, 84.) Burada göreceğimiz gibi isimlerin öğretilmesi beraberinde
harfleri , fiilleri de getirmektedir. Bu
şekilde dilin aktarıldığını bazı dönemlerde toplumların ayrılması göç etmesiyle
yeni dil ailelerin oluştuğunu bazılarının yok olduğunu ya da az kullanıldığını
görebiliyoruz.
Dilin velut
yani doğurgan, üretken olduğunu da söyleyebiliriz. Destanlarımıza baktığımızda tanrılar
farklılaşsa da Yunan mitolojisinde Zeus dili kullanmış, Gılgamış destanında yine bir tanrıdan doğmuş
gibi düşünebiliriz. Dilin bir varlık
olarak anılması ise onun ruhsal ve manevi olması demektir. Bu maneviyat dilin
bir fazilet barındırdığını sosyal ve milliyet barındırdığını gösterir. Bir
dilin zaten insanları alelade olmaktan çıkaran en mühim birim olduğunu söylemek
yanlış olmaz. Bir milleti var eden unsurun en önemli özelliği dilinin olduğunu
söylemiştim. Bu konuşulanlar ile kişinin hangi dili konuşuyorsa o millete
aittir düşüncesini de tartışmak gerekir.
Dilin sosyal ve milli oluşu onun bir sosyalleşme aracı olmasından
kaynaklanır. Milli oluşunu ise kültürel
erozyondan yola çıkarak anlatmak isterim. Kültürel erozyona uğrayan toplumların dillerinin kaybolduğunu
söylemek lazım öncelikle örneğin ülkemizden göç edip tabir olarak ‘Almancılar’
dediğimiz insanlarımızın üçüncü nesil çocuklarının artık Türkçe konuşmadığını
görüyoruz. Üçüncü nesil artık asimile
olmuştur. Bu da onların artık ben aslen Türk’üm demelerine engel
taşımaktadır. Bizler varlığımız için
dilimizi bir bayrak gibi taşımalıyız. Yoksa varlığımız kaybolur gider. Bu da
dilin milli olmasının önemli bir yanıdır. Örneğin, anneannem ve dedem Pomak
diyebilirim fakat annem ve teyzeme Pomak diyemem. Çünkü Pomakça konuşamıyorlar.
Kökenlerini bilmiyorlardı. Ben biraz araştırma yapıp en azından nereden
geldiğimizi nerde yaşadığımızı anlattım.
Dil sistematiktir, yani matematiktir. Dil sistematik bir şekilde oluşmuştur, bir
şeyler üzerine eklenerek bu zamanlara gelmiştir. Harfler toplanarak kelimeleri,
kelimeler bir araya gelerek cümleleri oluşturmuştur. Dilin üstüne sürekli yeni
şeyler eklenmiştir. Çağdaş toplumun gerekliliği de yeni kelimeleri getirmiştir.
Yeni icatlar yeni kelimeler demektir. Örneğin, selfie Türkçeye özçekim olarak
çevrildi.
Kısacası, dil ve
kültür birbirinden ayrılamaz. Dilin doğuşu kültür içerisinde olmuştur.
Dili de hafife almamak lazımdır çünkü dil olmadan kültür yok olmaya mahkûm
olur.
Dil, bir ulusun aynasıdır, bu aynaya baktığımız zaman, orada
kendimizin en gerçek yankısını buluruz. Friedrich Schiller
Yorumlar
Yorum Gönder